27 Ağustos 2010 Cuma

GEBELİKTE SIK SORULAR SORULAR:

1-ALIŞVERİŞ MERKEZLERİ VE HAVA ALANLARINDAKİ GÜVENLİK KAPILARINDAN GEÇMEKTE SAKINCA VAR MIDIR?


Güvenlik görevlilerinin ellerindeki dedektörler de dahil olmak üzere, yukarıda sözü edilen yerlerdeki kapılar manyetik bir alandaki metalleri tarar, bu işlem esnasında X ışını yaymazlar.

Dolayısıyla dokuya, ANNE KARNINDAKİ BEBEĞE ve insana etki edebilecek herhangi bir ışın ya da zararlı başka bir etki söz KONUSU DEĞİLDİR.

2-BEBEĞİN SAĞLIKLI GELİŞİMİ İÇİN YENİLMESİ GEREKEN ŞEYLER NELERDİR?

Sağlıklı bir kadının gebe kaldığı zaman bebek için ekstra beslenme düzeni içine girmesi gerekli değildir. Kalori alımını özellikle ilk üç ayda artırmamak ve kilo almamak veya üç ay için toplam 1-2 kilo arası almak yeterli olacaktır. Günlük aktiviteyi eğer düşük tehdidi tablosu yani kanama yoksa aynen sürdürmek gerekir. Sağlıklı ve hijyenik olan her şeyi yemek mümkündür. Aspartam içeren yapay tatlandırıcılı içecekler tüketilmemelidir.

3-GEBELİKTE YASAK OLAN ŞEYLER NELERDİR?

Tüp bebek tedavisi ile oluşmuş gebelikler de dahil, bu dönem doğal bir dönemdir. Çalışan kadın çalışmaya devam eder, cinsel yaşantı eğer vaginal kanama ve başka bir gebelik problemi yoksa devam eder. Gebenin yürümesi, kolunu kaldırması, yüzmesi dikkatle yapılması veya yapılmaması gereken hareketler değildir, fakat aile büyükleri tarafından en fazla uyarıda bulunulan durumlardır.

4-SAÇLARIMI BOYATABİLİR MİYİM?

Gebelikte organ gelişiminin tamamlandığı ilk on hafta herhangi bir ilaç ve kimyasal maddeye maruz kalınması arzu edilmez. Saç boyamaya ait herhangi bir olumsuz etki bildirilmemiştir. Özellikle on haftadan sonra saç boyatmanın hiç sakıncası yoktur.

5-UÇAKLA SEYAHAT ETMENİN SAKINCASI VAR MIDIR?

Yoktur, çünkü uçakların kabin içi basınçları ayarlanmıştır. Gebelikte uçakla seyahat etmenin düşük yaptırıcı veya erken doğumu başlatıcı etkisi YOKTUR.

6- GEBELİKTE YASAK OLAN İLAÇLAR

Gebelikte bazı ilaçlar gerektiğinde emniyetle kullanılmaktadır. Kesin kullanılmaması gereken ilaçlar konusunda herhangi bir ilaç almadan önce doktorunuza danışmalısınız.

7-KAHVE, ÇAY VEYA YEŞİL ÇAY İÇMENİN SAKINCASI VAR MIDIR?


Hayır yoktur. Fazla miktarda alındığında taşikardi yani nabzın hızlanması ve çarpıntı yapıyorsa az tüketilmelidir. Anneye ve bebeğe zararı yoktur.

17 Ağustos 2010 Salı

GEBELİKTE EGZERSİZ

Egzersiz miktarı, şekli ve süresi mutlaka öncelikle doktorunuza danışmanız gereken bir konudur. Aşırı egzersiz yetersiz bir beslenme ile sürdürüldüğünde normalin altında kilo alımına ve fetusun gelişememesine neden olur.

Fakat egzersiz ve beslenme arasındaki denge iyi kurulursa gebelikteki kilo denetimini kolaylaştırır ve gebeliğe bağlı diyabet gelişiminin (gestasyonel diyabet) önlenmesine yardımcı olur.

Gebelik sırasında yeni egzersize başlayan bir anne adayının kalp hızı dakikada 140 atımı geçmemelidir. Haftada 3 kere 1 saat ve kalp atım hızı dakikada 120-130 olacak şekilde yapılan egzersiz uygun olabilir. Gebelik döneminin hareket edilmemesi gereken bir hastalık dönemi olmadığını unutmamak gerekir. Kaçınılması gerekenler sadece zıplama gerektiren tenis, koşu vb. veya aşırı efor gerektiren dağcılık, dalma vb. sporlardır.

Gebelik sırasında kalp-damar sistemi ve fizyolojik açıdan yarar sağlayan, riski ise en az olan egzersizler yürüyüş ve yüzmedir. Size uygun egzersizlerin belirlenebilmesi için öncelikle doktorunuza danışmanız gerekmektedir.

Premenstruel Sendrom (Adet Öncesi Gerginlik)

Yıllarca ADET ÖNCESİ devrede ortaya çıkan birçok semptom tarif edilse de, çoğunlukla bir psikosomatik durum diye algılanmışlardır. İlk kez 1931 yılında Frank “premenstruel gerilim” olarak isimlendirmiş olup 1953 yılında Greene ve Dalton bu durumu hem somatik hem de psikolojik ögeleri içeren “premenstrüel sendrom” adı altında tanımlamışlardır. Uzun yıllar geçmesine karşın halen bu sendromun yaygınlığı ve sebebi çözümlenememiştir.

Teşhiste hiçbir spesifik laboratuar bulgusu yoktur. Bu nedenle de gerçekten etkili bir tedavi bulunamamaktadır. Kadını fiziksel, ruhsal ve davranış açısından etkileyen, ağır olduğu zaman sosyal ve çalışma hayatını engelleyen bu sendrom karşısında tıbbi imkanlar yetersiz kalmaktadır. Yapılan çalışmalar sonucu kadınların hayatın bir döneminde % 30-40’ı bu sendromdan etkilenmektedir.


Tanımı


insanlar arası iletişimi ve normal günlük aktiviteyi engelleyecek derecede davranış bozuklukları ile karşımıza çıkan, fiziksel ve psikolojik bulguları kapsayan ve her luteal fazda siklik olarak görülen bir sendromdur. Kadınların % 80-90’ında premenstrüel dönemde onu rahatsız edebilecek bir veya birden fazla semptom olabilir. Buna “premenstrual molimina” denir. Premenstruel sendrom (PMS)’da görülen birçok semptom organik ve psikolojik hastalıklarda da görülebilir. Bu nedenle şu özellikler mutlaka aranmalıdır.


1. Organik bir neden olmamalıdır.


2. Semptomlar her adet döneminde tekrarlayıcı olmalı ve periodun 2. yarısında ortaya çıkmalıdır. Her siklusta bu belirtiler aynı şiddette görülmeyebilir.


3. Periodun ilk döneminde en az 7 gün tamamen asemptomatik (rahat) olmalıdır.


4. Menstruasyonun başlaması ile semptomlar kaybolabilir.


5- Düzenli yumurtlama aktivitesi ile ilgilidir. Puberte öncesi, menopoz sonrası ve gebelik dönemlerinde görülmez.


6. Menstruasyon şart değildir. Rahimi alınmış fakat overleri korunmuş kadınlarda da görülebilir.


7. Semptomlar hastanın yaşam ve iş kalitesini etkileyecek düzeyde olmalıdır.


Her nekadar, PMS’un tanımında semptomların periodun ikinci döneminde olduğu, genellikle menstruasyondan 6-7 gün önce başladığı ve menstuasyonla bittiği vurgulanıyorsa da Reid ve Yen yaptıkları çalışmalarda PMS’nin başlama ve süresindeki farklılıkları göstermişler ve bu farklılıkları A,B,C ve D paterni olarak tanımlamışlardır. A ve B paternleri en fazla görülenlerdir. A paterni menstruasyondan 6-7 gün önce başlayıp menstruasyonun ilk birkaç gününü içine almakta, B paterni ovulasyonla başlayıp menstruasyonun ilk birkaç gününü kapsamakta, C paterni ovulasyon sırasındaki ani östrojen düşmesine bağlı semptomlarla ortaya çıkmaktadır. D paterninde ise semptomlar ovulasyonla başlamakta, tüm menstruasyon süresince devam etmektedir. Tüm paternlerde PMS, ovulasyonla veya ovulasyondan sonra başlamakta, foliküler fazda en az 7 gün süren semptomsuz bir devrenin olması gerekmektedir.


Sık görülen semptomlar psikolojik ve fiziksel olarak ikiye ayırılabilir.



Psikolojik olanlar


Depresyon


Değişken ruh hali


İştah açılması


Kızgınlık, öfke, hiddet


Unutkanlık


Konsantrasyon bozukluğu


Uyku değişiklikleri


Fiziksel olanlar


Ekstremite ödemi


Ağırlık artışı


Konstipasyon


Sıcak basmaları


Memelerde hassasiyet


Baş ağrısı


Akne

Erken Doğumun Engellenmesi

Erken doğum eylemi ve doğum, yeni doğanda problem ve ölüm riski artışının belirgin sebebidir. Erken doğumlar tüm yeni doğan bebek ölümlerinin %85’ inden sorumludur. Sorun sadece neonatal ölüm hızının artmasından ibaret değildir. Kısa ve uzun vadeli problemlerin yanı sıra, yenidoğan yoğun bakım ünitelerinin kapasitesini zorlama ve ekonomik yük getirme gibi çok ciddi olumsuz etkiler de söz konusudur.

Erken doğum sıklığı farklılıklar gösterir ve %6 ile 10 arasında değişir.

Erken doğumların %35’ i erken membran rüptürünü (su kesesinin yırtılması) takiben, %25’ i fetal ve maternal infeksiyonlarla ve %40 kadarı ise belli bir neden olmadan gerçekleşir. Spontan preterm doğumların %50’ sinde ve erken membran rüptürü olgularının çoğunluğunda etyoloji belirgin değildir. Bu ise preterm doğumun engellenmesindeki başarısızlığı bir ölçüde açıklamaktadır. Tedavi yaklaşımının genel amaçları aşağıda özetlenmiştir.

1) Erken doğum ile ilgili risk faktörlerinin saptanması

2) Gebelik öncesi dönemde ya da gebelik süresince saptanan nedensel faktörlerin düzeltilmesi

3) Erken doğum eylemi tanısının olabildiğince erken konulması

4) Erken doğum eyleminin durdurulması (tokoliz tedavisi)

5) Preterm doğum engellenmese bile, olabildiğince iyi durumda olan bir bebeğin yenidoğan ünitesine teslim edilmesi (bebeğin solunum sıkıntısı riskini azaltan tedavi için zaman kazanılması)


Erken doğum için risk faktörler

1) Erken doğum öyküsü: En önemli risk faktörüdür . Preterm doğumun tekrarlama olasılığı %25 civarındadır. Hastanın erken doğum ile ilgili eğitiminin yanı sıra, sık antenatal kontrollerinin ve muayenelerinin yapılmalıdır.

2) Sürdürülen gebelikte erken doğum tehdidi tanısını almış olma: Düzenli uterin kontraksiyonlarla birlikte ultrason ile (özellikle vaginal ultrason ile) servikal değişikliklerin saptanması, erken doğum tehdidi tanısını koydurur. Hasta bu andan itibaren erken doğum için yüksek risklidir. Günümüzde bu grup hastalara tokoliz uygulanmaktadır.

3) Servikal değişiklik olmaksızın uterin aktivite saptanması: Ağrılı ve ağrısız düzenli kontraksiyonlar erken doğum yapacaklarda daha sık gözlenmektedir. Bel ağrısı, kasıklarda kramp ve dolgunlukla beraber artmış vajinal akıntı, erken doğum gelişen gebelerde daha sıktır. Bu grup hastalar hekim için tanı açısından sorunlar ortaya çıkarmaktadırlar ve erken doğum tehdididi tanısı almasalar da risklidirler. Bu hastalarda tokoliz tedavisine başlamak için henüz erkendir.

4) Rahimin aşırı gerilmesi: Polihidramniyos, çoğul gebelik, iri bebek ve myoma uteri gibi durumlarda rahim hassas olup, erken doğum tehdidi riskinde bir artış ortaya çıkar.

5) Rahim ağzı yetmezliği: İkinci trimester ve erken üçüncü trimesterde abortus ve preterm doğum riski sözkonusudur. Tanı her zaman kolay değildir ve tanı konduğunda serklaj ve yakın takip gereklidir. (Serklaj; rahim ağzına konan özel bir dikiştir)

6) Dietilstilbestrol (DES) etkisi: Embryo ve fetus döneminde DES etkisine maruz kalan kadınlarda (günümüzde artık rastlanmamaktadır) servikal yetmezlik ve uterin anomaliler daha sıktır. Serklaj, yakın takip ve tokoliz ile pretem travaya karşı mücadele edilir.


7) Rahim ağzı değişikliği: 36. gebelik haftasından önce servikal silinme ve açılma saptanan gebelerde erken doğum daha sık görülür. Anne adaylarının %25’ inde 26.-34. gebelik haftaları arasında serviksin 1 cm’den daha fazla açılmış olduğu saptanmıştır. Bu grup gebelerde erken doğum riski yüksektir. Vajinal ultrasonografi ile servikal (rahim ağzı) uzunluğun 4 cm. den kısa olarak saptandığı gebeliklerde preterm doğum riskinin anlamlı olarak arttığı ve bu yöntemin preterm doğumların %76’ sını önceden tespit ettiği bildirilmiþtir.


8 12. gebelik haftasından sonra kanama: Bazı araştırıcılar bu grup gebelerde preterm doğumun daha sık olduğunu iddia etmektedirler.

9) Üriner sistem infeksiyonları: Pyelonefrit ile erken doğum eylemi arasında ilişki olduğu söylenmektedir.


10) Zarların infeksiyonu: B grubu streptokoklar, Chlamydia Trachomatis, Gardnerella Vaginalis, Ureoplasma Urealyticum ve bakteryel vaginozis gibi ajan patojenler suçlanmıştır.

11) Annedeki kansızlık
Bu risk faktörlerini taşıyan gebeler yakın takip ve gerektiğinde hastane ortamında izlenerek sağlıklı çocuk sahibi olmalarına çalışılır.

22 Temmuz 2010 Perşembe

Gebelikte Beslenme

Yıllarca ADET ÖNCESİ devrede ortaya çıkan birçok semptom tarif edilse de, çoğunlukla bir psikosomatik durum diye algılanmışlardır. İlk kez 1931 yılında Frank “premenstruel gerilim” olarak isimlendirmiş olup 1953 yılında Greene ve Dalton bu durumu hem somatik hem de psikolojik ögeleri içeren “premenstrüel sendrom” adı altında tanımlamışlardır. Uzun yıllar geçmesine karşın halen bu sendromun yaygınlığı ve sebebi çözümlenememiştir.

Teşhiste hiçbir spesifik laboratuar bulgusu yoktur. Bu nedenle de gerçekten etkili bir tedavi bulunamamaktadır. Kadını fiziksel, ruhsal ve davranış açısından etkileyen, ağır olduğu zaman sosyal ve çalışma hayatını engelleyen bu sendrom karşısında tıbbi imkanlar yetersiz kalmaktadır. Yapılan çalışmalar sonucu kadınların hayatın bir döneminde % 30-40’ı bu sendromdan etkilenmektedir.


Tanımı


insanlar arası iletişimi ve normal günlük aktiviteyi engelleyecek derecede davranış bozuklukları ile karşımıza çıkan, fiziksel ve psikolojik bulguları kapsayan ve her luteal fazda siklik olarak görülen bir sendromdur. Kadınların % 80-90’ında premenstrüel dönemde onu rahatsız edebilecek bir veya birden fazla semptom olabilir. Buna “premenstrual molimina” denir. Premenstruel sendrom (PMS)’da görülen birçok semptom organik ve psikolojik hastalıklarda da görülebilir. Bu nedenle şu özellikler mutlaka aranmalıdır.


1. Organik bir neden olmamalıdır.


2. Semptomlar her adet döneminde tekrarlayıcı olmalı ve periodun 2. yarısında ortaya çıkmalıdır. Her siklusta bu belirtiler aynı şiddette görülmeyebilir.


3. Periodun ilk döneminde en az 7 gün tamamen asemptomatik (rahat) olmalıdır.


4. Menstruasyonun başlaması ile semptomlar kaybolabilir.


5- Düzenli yumurtlama aktivitesi ile ilgilidir. Puberte öncesi, menopoz sonrası ve gebelik dönemlerinde görülmez.


6. Menstruasyon şart değildir. Rahimi alınmış fakat overleri korunmuş kadınlarda da görülebilir.


7. Semptomlar hastanın yaşam ve iş kalitesini etkileyecek düzeyde olmalıdır.


Her nekadar, PMS’un tanımında semptomların periodun ikinci döneminde olduğu, genellikle menstruasyondan 6-7 gün önce başladığı ve menstuasyonla bittiği vurgulanıyorsa da Reid ve Yen yaptıkları çalışmalarda PMS’nin başlama ve süresindeki farklılıkları göstermişler ve bu farklılıkları A,B,C ve D paterni olarak tanımlamışlardır. A ve B paternleri en fazla görülenlerdir. A paterni menstruasyondan 6-7 gün önce başlayıp menstruasyonun ilk birkaç gününü içine almakta, B paterni ovulasyonla başlayıp menstruasyonun ilk birkaç gününü kapsamakta, C paterni ovulasyon sırasındaki ani östrojen düşmesine bağlı semptomlarla ortaya çıkmaktadır. D paterninde ise semptomlar ovulasyonla başlamakta, tüm menstruasyon süresince devam etmektedir. Tüm paternlerde PMS, ovulasyonla veya ovulasyondan sonra başlamakta, foliküler fazda en az 7 gün süren semptomsuz bir devrenin olması gerekmektedir.


Sık görülen semptomlar psikolojik ve fiziksel olarak ikiye ayırılabilir.



Psikolojik olanlar


Depresyon


Değişken ruh hali


İştah açılması


Kızgınlık, öfke, hiddet


Unutkanlık


Konsantrasyon bozukluğu


Uyku değişiklikleri


Fiziksel olanlar


Ekstremite ödemi


Ağırlık artışı


Konstipasyon


Sıcak basmaları


Memelerde hassasiyet


Baş ağrısı


Akne

21 Temmuz 2010 Çarşamba

Gestasyonel Diabet (Gebeliğe Bağlı Şeker Hastalığı)

Şeker hastalığı kan şekerinin toklukta olduğu gibi açlıkta da yüksek gitmesi ile karakterize bir durumdur. Genç yaşta genellikle insüline bağlı Tip I diabet olarak adlandırılan tipi görülür, daha ileri yaşlarda ise Tip II diabet denilen tipi karşımıza çıkar.

Gebelik dönemi hormonların etkisi ile geçici olarak diabete eğilimli bir dönem olarak tanımlanabilir. Bu nedenle ailesel risk olsun, olmasın veya kilosu az bir gebe veya fazla bir gebe olsun veya olmasın şeker taraması tüm gebelerde yapılır.

İdeal zaman 24-28. haftalar arasıdır. Testin güvenilir olarak yapıldığı zaman bu haftalardır. Fakat bilinen diabet öyküsü veya diabet ilacı veya insülin kullanıyor ise gebeliğin ilk gününden itibaren titiz şekilde kan şekeri takipleri açlık ve tokluk olarak günde birkaç defa bakılır, ağızdan ilaç kullanımı çoğunlukla kesilir, diyetle ayarlanamayan bir şeker yüksekliği söz konusu ise güvenli bir şekilde insülin kullanımına geçilir. Erken dönemden itibaren kan şekeri ayarlanması bebek için hayati öneme sahiptir. Erken dönemde regüle edilmemiş diabet varlığı bebekte anomali olasılığını artıran bir durumdur.

Bunun dışında normal gebelerde 24-28 haftalar arası 50 gr glukoz içirilerek yapılan tarama testinde bir kısım gebede (yaklaşık %15) 1.saat kan şekeri 140 ın üzerinde çıkar ve bu durumda 3 saatlik 100 gr glukoz yükleme testi 5-7 gün sonra yapılır. Bu testte elde edilen dört değerden ikisi sınırın üzerinde saptanır ise gebelik diabeti tanısı konur ve diabet uzmanı takibi için gebe yönlendirilir.

Genellikle diyet ile ayarlama sağlanır. Bazen özellikle açlık şekeri de yüksek olan olgularda insülin kullanma gerekliliği olabilir ve emniyetle kullanılabilir. Bu dönemden sonra başlayan şeker hastalığı durumu gebelikten sonra geçer, ilaç kullanımı gereği kalmaz. Bu gebeler ileride diabet hastası olabilecekleri konusunda uyarılırlar ve ideal kiloda ara sıra testlerini tekrarlayarak yaşantılarına devam etmeleri konusunda bilgilendirilirler.

Gebeliğin geri kalan kısmında gestasyonel diabeti olanlar iyi takip edilmezler ise ve gebe diyetine uymaz ise bazı problemler yaşanabilir. Amnion sıvısının artması, bebeğin çok iri olması gibi normalden sapmalar başlar. Medyada duyduğumuz beş kilo gürbüz bebekler genellikle gebelik diabeti olan anneden doğan bebeklerdir. Doğumdan önce fark edilip sezeryan ile doğurtulması gereken bebeklerdir aksi takdirde zor doğum veanne ve bebek için travmatik bir doğum olabilir.

Yeni doğan uzmanı uyarılır, bu bebeklerde ilk saatler ve günde hipoglisemiye bağlı yani kan şekerinin düşmesine bağlı sorunlar yaşanabilir, yakından kan şekeri takiplerinin yapılması gerekir.

Tüp Bebekte Tek Embryo Transferi

Mart 2010 tarihinden beri uygulamaya giren tüp bebek yönetmeliğine göre 35 yaş altında ilk ve ikinci denemesini yaptığımız hastalarımıza tek embryo transferi yapmaktayız.

Acaba bu uygulama gebelik oranlarını düşürecek mi? Klinisyenlerin aklına ilk bu soru geldi. Otomatik olarak bir düşüş yaşanır ve daha fazla uygulama yapmak zorunda kalan hastaya tedavi maliyetleri de artar diye düşünüldü. Avrupa özellikle kuzey Avrupa da yıllardır bu yöntem uygulanıyor ve daha az ilaç kullanarak ve embryonun blastosist evresine kadar laboratuarda tutulan embryo transferi ile daha yüksek implantasyon ve daha yüksek gebelik oranlarına çıkılabiliyor. Bütün bunlar iyi prognozlu dediğimiz genç ve şansı yüksek hastalarda can sıkıcı problemlere sebep olan çoğul gebelikten kurtulmak için iyi bir yöntem ve başarı şansı yüksek.

Ama kötü prognozlu dediğimiz olgularda embryo kalitesi az ve ancak iki veya üç embryo oluşmuş ise bunlarda embryolog ve klinisyenin kararı ile birden fazla embryo transfer etme inisiyatifini merkezler kullanabilmeli idi. Düşük şanslı olgularda ancak iki veya üç embryo transfer ederek yeterli gebelik şansına ulaşmak mümkün olabilmektedir. Bu tür olgularda lazerle hatching (yuvalama) bazı uygun olgularda uyguladığımız bir yöntemdir.
Az yumurta elde edilen olgularda mikroenjeksiyon tercih edilen dölleme yöntemidir. Laboratuarda deneyimli embryolog tarafından yumurtaya doğru girişim yapılması durumunda yüksek döllenme oranlarına ulaşmayı sağlayan bir tekniktir. Tedaviye hastanın hazırlanması hiçbir farklılık arzetmez aynen klasik tüpbebek uygulaması yapılacak olguda olduğu gibi hazırlık yapılır.

Yumurtalıkların uyarılmasında son yıllarda GnRH antagonistleri daha yaygın kullanılmaya başlanmıştır. Daha az enjeksiyon ile aynı gebelik oranları elde edilebildiği için daha önceki yıllarda tek yöntem olarak uyguladığımız GnRH agonistlerinden daha fazla kullanılmaya başlanmıştır.

6 Temmuz 2010 Salı

TÜP BEBEK TEDAVİSNDE SIKÇA SORULAN SORULAR

İnfertilite (Kısırlık) nedir?

Uygun sayıda korunma uygulamadan yapılan cinsel ilişkiye rağmen bir yıl sonunda gebelik olmaması durumunda kısırlık söz konusu olabilir. Ortalama olarak yedi-sekiz çiftten birinde kısırlık problemi görülebilmektedir.

İnfertilitenin sık görülen nedenleri nelerdir?


Kadında görülen nedenler arasında yumurtlama bozuklukları ve yumurtalık kanallarına ait problemlerdir. Endometriozis ve diğer hormonal bozukluklar da görülebilmektedir.

Erkekte ise sperm sayısının veya hareketli normal yapıda sperm sayısının azlığı şeklinde ortaya çıkmaktadır. Buna çok sayıda neden sebep olabilir. Bunlar, basitçe sperm yapımında bozukluk, spermlerin dışarı çıkışında engel veya sperm fonksiyonlarını etkileyen yapısal veya bağışıklık sistemi ile ilgili sorunlar olabilir.

Doktorun yapacağı araştırmalar nelerdir?

İlk olarak erkekte sperm tetkiki yapılır. Yeterli sayıda sperm var ise kadında ultrason ve muayenede önemli bir sorun saptanmamışsa histerosalpingografi denen rahim ve yumurtalık kanallarının filmi çekilir. Hormonal inceleme de yapıldıktan sonra tedavi planlanır.

Tedavi seçenekleri nelerdir?

Daha önce çocuğu olan ve hiçbir sorunu olmayan çiftler için bile aybaşına gebelik şansının %25 olduğunu belirtmekte yarar vardır. Tedavi yöntemleri ile de aybaşına sınırlı gebelik şansı vardır. O nedenle en basit yöntemden başlamak gerekir. Eğer daha önce çok sayıda tedavi yöntemi denenmiş ise veya kadın yaşı 35 üzerinde ise ileri tekniklere daha kısa zamanda karar vermekte yarar vardır. Kullanılan tedavi seçenekleri şunlardır.

Ovulasyonun (yumurtlamanın) uyarılması

İntrauterin inseminasyon (aşılama)

Tüp bebek

Mikroenjeksiyon

Tüp bebek uygulaması nasıl yapılmaktadır?

Kadından çok sayıda yumurta hücresi elde edilebilmesi için yumurtalıklar özel ilaçlar ile uyarılır. Bu işlem hastadan hastaya değişiklik gösterir. Onbeş-yirmi gün süre ile ilaçlar kullanılır. Ultrason ile yumurtalıkların ve kan testi ile hormonların uygun hale gelmesinden sonra yumurta toplama işlemi yapılır. Ultrason yardımı ile vaginal yoldan yumurtalar toplanır. Aynı gün erkekten sperm alınır ve laboratuarda dölenme işlemi için normal tüp bebek veya mikroenjeksiyon işlemi yapılır.
Embryo haline gelen döllenmiş yumurta iki ila beş gün sonra kadına transfer edilir.

Tüp bebekte mikroenjeksiyon yapılma nedeni nedir?

Her hastada mikroenjeksiyon tüp bebekten daha fazla başarı sağlamamaktadır. Mikroenjeksiyon erkek üreme hücresi olan spermin çok az olduğu durumlarda veya yumurtayı aşılamasında problem olduğunda uygulanmaktadır. Spermlerde sorun yoksa normal tüp bebek uygulanmaktadır.

Embryo dondurma işlemi nedir?

Laboratuarda kadından alınan yumurtalarda tüp bebek yöntemi ile elde edilen fazla sayıda embryo varsa dondurularak daha sonra transfer edilebilmektedir. Bu şekilde, önceki uygulamada gebelik elde edilmemişse bir sonraki uygulamanın güçlüğü ve maliyeti azalmaktadır.

Embryo transferi sonrası neler yapmam gerekir?

Transfer sonrası ilaçları düzenli kullanmak önemlidir. Aralarında en önemlisi ise progesteron ile verilen destektir. Sürekli yatmak çok sağlıklı bir davranış değildir. Pıhtı oluşması, kabızlık gibi sorunlara sebep olabilir. Bol sıvı almak, ilk günden sonra çok aşırı olmamak kaydı ile günlük aktiviteye devam etmek doğrudur.
Cinsel ilişki olmamalıdır

Mikroenjeksiyon

İlk kez 1992 yılında mikroenjeksiyon gebeliği elde edilmesini takiben, milyonun üzerinde mikroenjeksiyon bebeği doğdu. Yumurtanın klasik tüp bebekle döllenmesinin imkansız olduğu birçok olguda mikroenjeksiyon ile gebelikler elde edilmeye devam edilmektedir. Tek bir spermin tek bir oosite, yani yumurtaya enjekte edilmesine dayanan teknik embryologların özel bir teknikle yaptıkları ustalık isteyen özel bir yöntemdir. Bu yöntemle doğan bebeklerde daha fazla anomali veya özel sağlık sorunları olmadığına dair veriler artmaktadır.

İlk uygulama nedeni ileri derecede sperm azlığı durumları iken şimdilerde açıklanamayan infertilite olgularında da yaygın şekilde uygulanmaktadır. Çünkü bu olgularda klasik tüp bebek uygulaması ile yumurta toplanması işleminden bir gün sonra hiçbir yumurtanın döllenmemesi sonucu ile karşılaşılabilmekte olup ICSI ile bu durum ile çok daha az karşılaşılmaktadır.


Aşağıda spermin özel bir pipet ile yumurta içine enjekte edilmiş olduğu anı görüyorsunuz

30 Haziran 2010 Çarşamba

NORMAL DOĞUM MU SEZERYAN MI?

İki yöntemin de birbirlerine üstünlükleri var. Sezeryan modern obstetrikte çok önemli, anne ve bebek için emniyetli bir yol. Obstetrik gereklilik olduğunda bu tartışılmaz. Ama normal doğumun sağlıklı şekilde yapılabileceği durumlarda vaginal doğum yapılmalı anne keyfi bir batın operasyonu geçirmemelidir.

** Kadınlar normal doğumu mu yoksa sezaryeni mi tercih etmeli?

İki yöntem arasında ne gibi artılar ve eksiler var bunu öğrenen kadın bir yönteme karar verebilir. Hayır sen mutlaka normal vaginal doğum yapmalısın gibi bir dayatma da çok hoş değil. Pelvis taban kasları dediğimiz vagina çevresindeki kasların normal doğumda esnemesi gözle görülmeyen yırtıklar oluşması daha sonraki cinsel yaşam ve idrar torbasının doğal pozisyonunda olumsuzluklara yol açabilir. Buna karşın doğum esnasında bebeğin annenide çabası ile dünyaya gelmesi anneya büyük bir mutluluk yaşatabilir.

** Normal doğum, sezaryene göre daha mı iyi?

Normal doğum veya sezeryan sonrası anne vücudundaki gelişmeler arasında fark yok. Sezeryanda batın operasyonu ve anestezi var buna bağlı olası komplikasyonlar çok düşük oranda olsalarda oluşabilir. Normal doğum sonrası da farklı komplikasyon oranları var.

Çocuk için ise sezeryan sonrası geçici solunum sıkıntısı sendromları vaginal doğuma göre biraz daha fazla. Bu oranlarda çok küçük oranlar.

** Türkiye’de sezaryen oranlarının pek çok batı ülkesine göre yüksek olduğu belirtiliyor.Türkiye’de doktorlar (veya hastaneler) normal doğum yaptırmak istemiyor mu?

Avrupa da örneğin Avusturya da bazı üniversite ve özel hastanelerde bizdekine yakın sezeryan oranları var. Bazı ülkelerde ise sezeryan ile doğumların isteğe bağlı olarak yapılması sağlık sigortaları tarafından ödenmiyor dolayısı ile böyle bir yaptırımda ortaya çıkmış oluyor.

Türkiye de gereksiz sezeryan yapılmasını üniversitelerde özellikle azaltmaya çalışıyoruz ama gebeyi ve bebeği riske edecek en küçük bir normal dışı durumda modern obstetriğin gerektirdiği girişimlerden biri olan sezeryanı yapmaktan çekinmiyoruz.


** Normal doğumun avantajları – dezavantajları neler?

Normal doğumda batınla ilgili girişim yok
Anestezi yok.
Kadın daha kısa sürede evine gidiyor.

Dezavantaj olarak sayılabilecekler ise kadının doğum anında hekim ile uyumlu olamadığı durumlarda sorunlar yaşanabilir. Çocuğun doğumu gecikebilir ve bebeğin oksijenlenmesinde sıkıntı olabilir.

Vagina çevresindeki kasların doğum öncesine göre anotomik değişikliğe uğraması idrar torbası ile üretra dediğimiz idrarın çıktığı kanalın arasındaki açının bozulmasına ve idrar kaçırmalarına sebep olabilir.

** Sezaryenin avantajları – dezavantajları neler?

Sezeryanın avantajı , bebek çok kısa sürede oksijensiz kalmadan dışarı çıkabiliyor. Anne uzun doğum eyleminin yarattığı yorgunluk, ağrı gibi olumsuzlukları hiç yaşamıyor.

Dezavantaj ise batına yönelik bir operasyon, nadir de olsa barsak ve idrar torbası yaralanmaları olabilir. Çok nadirde olsa anestezi komplikasyonu ile hasta yaşamını tehdit eden durumlar ortaya çıkabilir.

** Doktorlar neden çoğunlukla sezaryeni tercih eder? Neden?

Bunda biraz hasta isteği de etken. Bir de doğumu programlayabilmenin getirdiği avantajlar olsa gerek diye düşünüyorum.

** Normal doğum ve sezaryeni süre olarak karşılaştırabilir misiniz?

Tam doğum anını ve sonra yapılan kesini onarımını düşünürsek normal doğum ile sezeryan arasında pek fark yok.

Ama doğum başladıktan sonra gebenin izlem için hastanede geçirdiği süre ağrılı dönemin süresi normal doğumda daha fazla.

** Sezaryenle doğurmanın bebeğe yansıması nasıl olur?

Sezaryen sonrası bebeklerde geçici olarak hızlı solunum gibi özel bir durum daha fazla olabiliyor. Ama uzun sürede leğen kemiği kanalı gibi dar bir yoldan geçmemiş oluyor. Dolayısı ile bebek son anda veya bazen doğum eylemi süresince oksijensiz kalma gibi bir sıkıntıya maruz kalmıyor.

** Bir kadının normal doğum yapmasını engelleyen faktörler nelerdir?

Kadının leğen kemiğindeki doğumal veya sonradan olmuş deformiteler, ileri derecede kalp hastalıkları, doğum masasında pozisyon almasını engelleyecek fiziksel kısıtlamalar ile, bebeğin çok iri olması , ileri derecede gelişme geriliği olması ve doğumların %96 sında olduğu gibi baş gelişi ile değil, yan, makat veya ayakları ile doğum kanalına girdiği durumlar sezaryen gerektiren bebeğe ait durumların başında gelir.

** Normal doğumda acıyı azaltmaya yönelik kullanılan teknikler nelerdir?

Modern anestezi ve Analjezi çok gelişmiş durumda. Epidural analjezi ile doğuma hazırlık ağrılarının duyulması engellenebiliyor.

Anestezide oluşabilecek komplikasyonlarda ilaçlar ve tekniklerdeki gelişmeler nedeni ile sağlıklı insanlarda 10.000 de birlere inmiş durumda.

İLAÇSIZ TÜP BEBEK...

Son yıllarda, polikistik over sendromuna ait özellik olan hiperstimulasyon sendromundan korunmak için özellikle polikistik over sendromlu olgularda tüp bebek tedavilerinde bir seçenek olarak kullanılmaya başlanmış bir yöntemdir. Asıl amaç az ilaç kullanarak yumurtalıkların aşırı uyarılmasına bağlı hastada ortaya çıkan karında sıvı birikmesi, şişme ve kanın pıhtılaşma eğiliminin artması ve hayatı tehdit edebilen başka sistemik problemlerden korunmaktır. Bu amaçla gebelik başarısı daha yüksek olan, çok düşük doz ilaç kullanımı ve ek tedbirlerle hiperstimülasyondan korunmak ve çok daha yüksek gebelik oranları elde etmek mümkündür.
Tüm tüp bebek olgularında veya özellikle açıklanamayan nedenle başarısız tüp bebek denemeleri olan hastalarda kullanılabilen bir yöntem değildir.
Polikistik over sendromlu olgularda yumurtalıkların uyarılması çok önemli ve potansiyel tehlikeler içeren bir tedavi yöntemidir. Özellikle gonadotropin denilen ilaçlarla yumurtlatma tedavisi veya tüp bebekte yeterli sayıda yumurta geliştirme aşamasında karşılaşılan sorunlardır.
Medyada görülen çoğul gebeliklerin özellikle beşiz dördüz gibi gebelikler çoğunlukla yumurtalıkların uyarılması ve sonra normal yolla veya aşılama ile ortaya çıkan gebeliklerdir.
Tüp bebekte transfer edilen embryo sayıları özellikle genç hastalarda bir veya daha önce iki denemesi olanlarda iki embryo ile sınırlıdır. Özellikle genç ve yeterli sayıda yumurtası olan hastalarda blastosist evresine ulaşmış embryo transfer edilmesi başarıyı çok yükselten yöntemlerin başında gelmektedir.

29 Haziran 2010 Salı

TÜP BEBEK

Tüp bebek, anne adayının yumurtalıklarından toplanan yumurtalarla, baba adayından alınan spermlerin laboratuarda birleştirilerek döllenmesi ve elde edilen embriyoların tekrar anne rahmine yerleştirilmesi işlemidir. Tedavinin ilk aşamasında yumurtalar geliştirilir ve uygun zamanda toplanır, ardından laboratuarda spermle birleştirilerek (döllenme oluşur) gelişen embriyolar anne rahmine yerleştirilir. 1978 den itibaren tüm dünyada uygulanmaya başlanan geleneksel tüp bebek – IVF (In Vitro Fertilizasyon) ve 1992’de keşfedilen mikroenjeksiyon ICSI (Intrastoplazmik sperm enjeksiyonu) tedavileri merkezimizde 1998 yılından itibaren başarı ile uygulanmaktadır. Tüp bebek (IVF) laboratuarımız son teknolojik donanım, alt yapı ve deneyimli personeli ve alanında uzmanlaşmış klinisyenleri ile hizmet vermektedir. IVF Laboratuarımızda tüm mikromanüplasyonlar, embriyo dondurma ve çözdürme teknikleri, lazer ile embriyo asiste hatching , embriyo biyopsisi ve preimplantasyon genetik tanı yöntemleri, cerrahi yolla sperm elde etme teknikleri ve detaylı androlojik incelemeler büyük bir başarı ile uygulanmaktadır.

-Klasik tüp bebek ve mikroenjeksiyon arasındaki fark nedir?

Yumurta toplanmasına kadar olan basamaklar aynı iken klasik tüp bebekte spermler ile yumurta aynı tüpte aynı damlalar içinde doğal döllenmeye bırakılır. ICSI de ise her yumurtaya bir sperm enjekte edilir.

- ICSI (Intrasitoplazmik Sperm Injeksiyonu – Mikroenjeksiyon yöntemi)

Her bir yumurtanın içine, mikroskop altında, tek bir sperm seçilerek ince bir iğne yardımıyla yerleştirilir. Bundan sonraki aşamalar geleneksel tüp bebekte olduğu gibi gelişir. Bu yöntem sayesinde döllenme oluşmaması riski azaltılmış olur. 1992’de ilk defa uygulanan bu teknikle birlikte özellikle erkek faktörü nedeniyle gebe kalamayan çiftlerde devrim niteliğinde bir gelişme olmuştur. Sadece erkek faktöründe değil, yumurtanın kabuğunun sperme geçit vermeyecek kadar kalınlaşmış veya sertleşmiş olduğu durumlarda, daha önceki tüp bebek uygulamalarında döllenme sorunu yaşayanlarda ve özellikle ileri yaşta ve az yumurta veren hastalarda döllenmeme riskini azaltmak için mikroenjeksiyon ilk tercih olmalıdır.

-ICSI riskli bir yöntem midir?

 Bu soru hemen akla acaba doğal bir yöntem olmadığı için sakatlıklara sebep olur mu sorusunu getiriyor. Kesinikle değil, tabiat seçimini yapıyor, sağlıklı embryolar rahim içine yerleşiyor.

-Kimlere tüp bebek uygulanır ?

Her iki tüpün ileri derecede tıkalı olması: Bu durumda sperm hücresinin yumurta hücresine ulaşarak dölleme şansı yoktur, hafif tıkalı olduğu durumlarda nadiren gebelik oluşsa da dış gebelikle karşılaşma olasılığı yüksektir.

-Sperm sayı, hareket ve görünümünde şiddetli bozukluk olması:

 Bu problemlerin hepsi bir arada veya ayrı ayrı olabilir, genellikle sadece bu sorunla gelen çiftlerde başarı şansı daha yüksek olmaktadır. – Rahim içi aşılama tedavisi ile gebelik oluşmayan çiftler: 4 defa başarısız uygulama olursa tüp bebek tedavisi önerilmelidir. Şiddetli endometriozis hastalığı olanlar: