27 Ağustos 2010 Cuma

GEBELİKTE SIK SORULAR SORULAR:

1-ALIŞVERİŞ MERKEZLERİ VE HAVA ALANLARINDAKİ GÜVENLİK KAPILARINDAN GEÇMEKTE SAKINCA VAR MIDIR?


Güvenlik görevlilerinin ellerindeki dedektörler de dahil olmak üzere, yukarıda sözü edilen yerlerdeki kapılar manyetik bir alandaki metalleri tarar, bu işlem esnasında X ışını yaymazlar.

Dolayısıyla dokuya, ANNE KARNINDAKİ BEBEĞE ve insana etki edebilecek herhangi bir ışın ya da zararlı başka bir etki söz KONUSU DEĞİLDİR.

2-BEBEĞİN SAĞLIKLI GELİŞİMİ İÇİN YENİLMESİ GEREKEN ŞEYLER NELERDİR?

Sağlıklı bir kadının gebe kaldığı zaman bebek için ekstra beslenme düzeni içine girmesi gerekli değildir. Kalori alımını özellikle ilk üç ayda artırmamak ve kilo almamak veya üç ay için toplam 1-2 kilo arası almak yeterli olacaktır. Günlük aktiviteyi eğer düşük tehdidi tablosu yani kanama yoksa aynen sürdürmek gerekir. Sağlıklı ve hijyenik olan her şeyi yemek mümkündür. Aspartam içeren yapay tatlandırıcılı içecekler tüketilmemelidir.

3-GEBELİKTE YASAK OLAN ŞEYLER NELERDİR?

Tüp bebek tedavisi ile oluşmuş gebelikler de dahil, bu dönem doğal bir dönemdir. Çalışan kadın çalışmaya devam eder, cinsel yaşantı eğer vaginal kanama ve başka bir gebelik problemi yoksa devam eder. Gebenin yürümesi, kolunu kaldırması, yüzmesi dikkatle yapılması veya yapılmaması gereken hareketler değildir, fakat aile büyükleri tarafından en fazla uyarıda bulunulan durumlardır.

4-SAÇLARIMI BOYATABİLİR MİYİM?

Gebelikte organ gelişiminin tamamlandığı ilk on hafta herhangi bir ilaç ve kimyasal maddeye maruz kalınması arzu edilmez. Saç boyamaya ait herhangi bir olumsuz etki bildirilmemiştir. Özellikle on haftadan sonra saç boyatmanın hiç sakıncası yoktur.

5-UÇAKLA SEYAHAT ETMENİN SAKINCASI VAR MIDIR?

Yoktur, çünkü uçakların kabin içi basınçları ayarlanmıştır. Gebelikte uçakla seyahat etmenin düşük yaptırıcı veya erken doğumu başlatıcı etkisi YOKTUR.

6- GEBELİKTE YASAK OLAN İLAÇLAR

Gebelikte bazı ilaçlar gerektiğinde emniyetle kullanılmaktadır. Kesin kullanılmaması gereken ilaçlar konusunda herhangi bir ilaç almadan önce doktorunuza danışmalısınız.

7-KAHVE, ÇAY VEYA YEŞİL ÇAY İÇMENİN SAKINCASI VAR MIDIR?


Hayır yoktur. Fazla miktarda alındığında taşikardi yani nabzın hızlanması ve çarpıntı yapıyorsa az tüketilmelidir. Anneye ve bebeğe zararı yoktur.

17 Ağustos 2010 Salı

GEBELİKTE EGZERSİZ

Egzersiz miktarı, şekli ve süresi mutlaka öncelikle doktorunuza danışmanız gereken bir konudur. Aşırı egzersiz yetersiz bir beslenme ile sürdürüldüğünde normalin altında kilo alımına ve fetusun gelişememesine neden olur.

Fakat egzersiz ve beslenme arasındaki denge iyi kurulursa gebelikteki kilo denetimini kolaylaştırır ve gebeliğe bağlı diyabet gelişiminin (gestasyonel diyabet) önlenmesine yardımcı olur.

Gebelik sırasında yeni egzersize başlayan bir anne adayının kalp hızı dakikada 140 atımı geçmemelidir. Haftada 3 kere 1 saat ve kalp atım hızı dakikada 120-130 olacak şekilde yapılan egzersiz uygun olabilir. Gebelik döneminin hareket edilmemesi gereken bir hastalık dönemi olmadığını unutmamak gerekir. Kaçınılması gerekenler sadece zıplama gerektiren tenis, koşu vb. veya aşırı efor gerektiren dağcılık, dalma vb. sporlardır.

Gebelik sırasında kalp-damar sistemi ve fizyolojik açıdan yarar sağlayan, riski ise en az olan egzersizler yürüyüş ve yüzmedir. Size uygun egzersizlerin belirlenebilmesi için öncelikle doktorunuza danışmanız gerekmektedir.

Premenstruel Sendrom (Adet Öncesi Gerginlik)

Yıllarca ADET ÖNCESİ devrede ortaya çıkan birçok semptom tarif edilse de, çoğunlukla bir psikosomatik durum diye algılanmışlardır. İlk kez 1931 yılında Frank “premenstruel gerilim” olarak isimlendirmiş olup 1953 yılında Greene ve Dalton bu durumu hem somatik hem de psikolojik ögeleri içeren “premenstrüel sendrom” adı altında tanımlamışlardır. Uzun yıllar geçmesine karşın halen bu sendromun yaygınlığı ve sebebi çözümlenememiştir.

Teşhiste hiçbir spesifik laboratuar bulgusu yoktur. Bu nedenle de gerçekten etkili bir tedavi bulunamamaktadır. Kadını fiziksel, ruhsal ve davranış açısından etkileyen, ağır olduğu zaman sosyal ve çalışma hayatını engelleyen bu sendrom karşısında tıbbi imkanlar yetersiz kalmaktadır. Yapılan çalışmalar sonucu kadınların hayatın bir döneminde % 30-40’ı bu sendromdan etkilenmektedir.


Tanımı


insanlar arası iletişimi ve normal günlük aktiviteyi engelleyecek derecede davranış bozuklukları ile karşımıza çıkan, fiziksel ve psikolojik bulguları kapsayan ve her luteal fazda siklik olarak görülen bir sendromdur. Kadınların % 80-90’ında premenstrüel dönemde onu rahatsız edebilecek bir veya birden fazla semptom olabilir. Buna “premenstrual molimina” denir. Premenstruel sendrom (PMS)’da görülen birçok semptom organik ve psikolojik hastalıklarda da görülebilir. Bu nedenle şu özellikler mutlaka aranmalıdır.


1. Organik bir neden olmamalıdır.


2. Semptomlar her adet döneminde tekrarlayıcı olmalı ve periodun 2. yarısında ortaya çıkmalıdır. Her siklusta bu belirtiler aynı şiddette görülmeyebilir.


3. Periodun ilk döneminde en az 7 gün tamamen asemptomatik (rahat) olmalıdır.


4. Menstruasyonun başlaması ile semptomlar kaybolabilir.


5- Düzenli yumurtlama aktivitesi ile ilgilidir. Puberte öncesi, menopoz sonrası ve gebelik dönemlerinde görülmez.


6. Menstruasyon şart değildir. Rahimi alınmış fakat overleri korunmuş kadınlarda da görülebilir.


7. Semptomlar hastanın yaşam ve iş kalitesini etkileyecek düzeyde olmalıdır.


Her nekadar, PMS’un tanımında semptomların periodun ikinci döneminde olduğu, genellikle menstruasyondan 6-7 gün önce başladığı ve menstuasyonla bittiği vurgulanıyorsa da Reid ve Yen yaptıkları çalışmalarda PMS’nin başlama ve süresindeki farklılıkları göstermişler ve bu farklılıkları A,B,C ve D paterni olarak tanımlamışlardır. A ve B paternleri en fazla görülenlerdir. A paterni menstruasyondan 6-7 gün önce başlayıp menstruasyonun ilk birkaç gününü içine almakta, B paterni ovulasyonla başlayıp menstruasyonun ilk birkaç gününü kapsamakta, C paterni ovulasyon sırasındaki ani östrojen düşmesine bağlı semptomlarla ortaya çıkmaktadır. D paterninde ise semptomlar ovulasyonla başlamakta, tüm menstruasyon süresince devam etmektedir. Tüm paternlerde PMS, ovulasyonla veya ovulasyondan sonra başlamakta, foliküler fazda en az 7 gün süren semptomsuz bir devrenin olması gerekmektedir.


Sık görülen semptomlar psikolojik ve fiziksel olarak ikiye ayırılabilir.



Psikolojik olanlar


Depresyon


Değişken ruh hali


İştah açılması


Kızgınlık, öfke, hiddet


Unutkanlık


Konsantrasyon bozukluğu


Uyku değişiklikleri


Fiziksel olanlar


Ekstremite ödemi


Ağırlık artışı


Konstipasyon


Sıcak basmaları


Memelerde hassasiyet


Baş ağrısı


Akne

Erken Doğumun Engellenmesi

Erken doğum eylemi ve doğum, yeni doğanda problem ve ölüm riski artışının belirgin sebebidir. Erken doğumlar tüm yeni doğan bebek ölümlerinin %85’ inden sorumludur. Sorun sadece neonatal ölüm hızının artmasından ibaret değildir. Kısa ve uzun vadeli problemlerin yanı sıra, yenidoğan yoğun bakım ünitelerinin kapasitesini zorlama ve ekonomik yük getirme gibi çok ciddi olumsuz etkiler de söz konusudur.

Erken doğum sıklığı farklılıklar gösterir ve %6 ile 10 arasında değişir.

Erken doğumların %35’ i erken membran rüptürünü (su kesesinin yırtılması) takiben, %25’ i fetal ve maternal infeksiyonlarla ve %40 kadarı ise belli bir neden olmadan gerçekleşir. Spontan preterm doğumların %50’ sinde ve erken membran rüptürü olgularının çoğunluğunda etyoloji belirgin değildir. Bu ise preterm doğumun engellenmesindeki başarısızlığı bir ölçüde açıklamaktadır. Tedavi yaklaşımının genel amaçları aşağıda özetlenmiştir.

1) Erken doğum ile ilgili risk faktörlerinin saptanması

2) Gebelik öncesi dönemde ya da gebelik süresince saptanan nedensel faktörlerin düzeltilmesi

3) Erken doğum eylemi tanısının olabildiğince erken konulması

4) Erken doğum eyleminin durdurulması (tokoliz tedavisi)

5) Preterm doğum engellenmese bile, olabildiğince iyi durumda olan bir bebeğin yenidoğan ünitesine teslim edilmesi (bebeğin solunum sıkıntısı riskini azaltan tedavi için zaman kazanılması)


Erken doğum için risk faktörler

1) Erken doğum öyküsü: En önemli risk faktörüdür . Preterm doğumun tekrarlama olasılığı %25 civarındadır. Hastanın erken doğum ile ilgili eğitiminin yanı sıra, sık antenatal kontrollerinin ve muayenelerinin yapılmalıdır.

2) Sürdürülen gebelikte erken doğum tehdidi tanısını almış olma: Düzenli uterin kontraksiyonlarla birlikte ultrason ile (özellikle vaginal ultrason ile) servikal değişikliklerin saptanması, erken doğum tehdidi tanısını koydurur. Hasta bu andan itibaren erken doğum için yüksek risklidir. Günümüzde bu grup hastalara tokoliz uygulanmaktadır.

3) Servikal değişiklik olmaksızın uterin aktivite saptanması: Ağrılı ve ağrısız düzenli kontraksiyonlar erken doğum yapacaklarda daha sık gözlenmektedir. Bel ağrısı, kasıklarda kramp ve dolgunlukla beraber artmış vajinal akıntı, erken doğum gelişen gebelerde daha sıktır. Bu grup hastalar hekim için tanı açısından sorunlar ortaya çıkarmaktadırlar ve erken doğum tehdididi tanısı almasalar da risklidirler. Bu hastalarda tokoliz tedavisine başlamak için henüz erkendir.

4) Rahimin aşırı gerilmesi: Polihidramniyos, çoğul gebelik, iri bebek ve myoma uteri gibi durumlarda rahim hassas olup, erken doğum tehdidi riskinde bir artış ortaya çıkar.

5) Rahim ağzı yetmezliği: İkinci trimester ve erken üçüncü trimesterde abortus ve preterm doğum riski sözkonusudur. Tanı her zaman kolay değildir ve tanı konduğunda serklaj ve yakın takip gereklidir. (Serklaj; rahim ağzına konan özel bir dikiştir)

6) Dietilstilbestrol (DES) etkisi: Embryo ve fetus döneminde DES etkisine maruz kalan kadınlarda (günümüzde artık rastlanmamaktadır) servikal yetmezlik ve uterin anomaliler daha sıktır. Serklaj, yakın takip ve tokoliz ile pretem travaya karşı mücadele edilir.


7) Rahim ağzı değişikliği: 36. gebelik haftasından önce servikal silinme ve açılma saptanan gebelerde erken doğum daha sık görülür. Anne adaylarının %25’ inde 26.-34. gebelik haftaları arasında serviksin 1 cm’den daha fazla açılmış olduğu saptanmıştır. Bu grup gebelerde erken doğum riski yüksektir. Vajinal ultrasonografi ile servikal (rahim ağzı) uzunluğun 4 cm. den kısa olarak saptandığı gebeliklerde preterm doğum riskinin anlamlı olarak arttığı ve bu yöntemin preterm doğumların %76’ sını önceden tespit ettiği bildirilmiþtir.


8 12. gebelik haftasından sonra kanama: Bazı araştırıcılar bu grup gebelerde preterm doğumun daha sık olduğunu iddia etmektedirler.

9) Üriner sistem infeksiyonları: Pyelonefrit ile erken doğum eylemi arasında ilişki olduğu söylenmektedir.


10) Zarların infeksiyonu: B grubu streptokoklar, Chlamydia Trachomatis, Gardnerella Vaginalis, Ureoplasma Urealyticum ve bakteryel vaginozis gibi ajan patojenler suçlanmıştır.

11) Annedeki kansızlık
Bu risk faktörlerini taşıyan gebeler yakın takip ve gerektiğinde hastane ortamında izlenerek sağlıklı çocuk sahibi olmalarına çalışılır.